Kısa Not: Bu inceleme eser miktarda spoiler içerir.
Usta yönetmen David Fincher’ın 2014 yapımı filmi Gone Girl; ilmek ilmek işlenmiş olay örgüsü, birbirinden uç sınırlarda gezinen karakterleri, sinematografisi ve etkileyici diyaloglarıyla hala dilimizden düşmeyen bir eser. Hatta öyle ki son zamanlarda sosyal medyada neredeyse bir tabir haline gelen “gidik kız” kalıbının nereden doğduğunu tahmin edebiliyorsunuz herhalde. Bu yazımızda konumuz Gone Girl ve kim suçlu, kim kurban…Birbirlerine ne yaptılar?
Gone Girl çiftimiz Amy ve Nick Dunne ile başlıyor. Açılış sekansında Nick’in sesini duyuyoruz, “Birbirimize ne yaptık, birbirimize ne yapacağız?” Başlangıçta anlam veremediğimiz bu replik filmin son sahnesinde karşımıza tekrar çıkıyor ve onlarca anlam kazanıyor.
Amy Dunne arkasında hiç iz bırakmadan ortadan kaybolduğunda ulusal bir haber haline geliyor ve tüm oklar tek bir kişiyi gösteriyor, kocası Nick Dunne. Nick ve Amy. büyük bir aşkla evlenen, kusursuz bir çift. Sakin, huzurlu bir banliyo çifti. Başlarına ne gelebilir ki? Birbirlerine ne yapabilirler ki? En azından başlangıçta, öyle düşünüyoruz. Sonrası…tarih.
Film bana kalırsa üç bölümden oluşuyor. Kadın’ın bakış açısından, adamın bakış açısından ve hikâyeyi kimin anlattığın artık öneminin kalmadığı son kısımdan. İkili ilişkilerin günümüzdeki dinamikleri hakkında çok vurucu diyaloglar içeriyor Gone Girl, çiftlerin birbirlerinde yarattıkları hasarları çok uç noktalarda işliyor. Başlangıçta kim haklı kim haksız tartmaya kalkıyorsunuz, çok geçmeden bunun nafile bir çaba olduğunun farkına varıyorsunuz elbette, ortada yalnızca birbirlerine zarar vermiş ve daha fazla da zarar vermekten kaçınmayacak iki figür var. Hataları ve kusurları, tüm doğrularını ve birbirleri için çabalayışlarını götürmüş. Tüm sorun da burada başlıyor zaten, birbirleri için çabalamayı bıraktıklarında. Her şey burada başlıyor çünkü “en mutlu sen değilsen, ne anlamı var?”
Amy, başlangıçta bir kurban profilindeyken daha sonra bir femme fatele örneği çiziyor, planlı, hırslı, gözünü karartmış ve her şeyden vazgeçmeye hazır. Mükemmeliyetçi ama hayatının hiçbir yerinde kusursuzluğu yakalayamamış, yetersiz. Özellikle ailesini ve çocukluğunu incelediğimizde Amy için bu kavram öne çıkıyor daima, yetersiz. Bu yüzden tüm yaşamına ve evliliğine de bunun yansımasını görüyoruz elbette. Nick ise film içinde gözümüzde bir suçludan kurbana evriliyor, ama filmimiz onu da ak çıkarmıyor.
Evlilik kavramı ve beklentilerin üzerinde sıkça duruyor filmimiz. Tüm sorunların bu beklentilerden başladığını özellikle vurguluyor. Karakterlerin birbirlerine giydirmeye çalıştıkları büyük bedenler, üstlerine oturmuyor, sonrasında bundan birbirlerini suçlu tutuyorlar. Ama başarısız bir evlilik düşüncesi onları tüm bu birbirine yabancı olma durumundan daha fazla korkutuyor. Çünkü “iki insan birbirini sevdiği halde ilişkilerini yürütemiyorlarsa, asıl trajedi budur.” değil mi?
Geriye dönüşlerle çiftimizin ilişkisini de sıkça görüyoruz. Ve aslına bakarsanız bu sahneler bana filmin geri kalanından daha rahatsız edici hissettirdi çünkü karakterler kendi benliklerini birbirlerinden saklıyorlar, birbirlerine yabancılar ve mutlular. Birbirlerini sahiden tanımaya başladıklarında ise, birbirlerinden nefret ediyorlar. Bu yabancılık filmin içerisinde oldukça yer buluyor aslında. Birbirlerinin gerçek yanlarını bizimle, izleyiciyle birlikte keşfediyorlar. Neler yapabileceklerini, sınırlarını, hatta sınırlarının olmayışını…
Amy’nin evliliklerine ve psikolojisine en açık şekilde yansıttığı monolog ise buydu;
“Nick'in sevdiği kız aslında ben değildim. "Havalı Kız" dı. Erkekler kızlara iltifat etmek için hep bu lafı kullanır. "Havalı bir kız." Havalı Kız seksidir. Havalı Kız her yola gelir. Havalı Kız eğlencelidir. Havalı Kız erkeğine hiç kızmaz. Boynu bükük hâlde hep gülümser,hep sevecendir... Sonra da kocasının aleti için ağzını açar. Kocası neyi severse, o da onu sever. Bir bakmışsın, kadın da tuhaf müzikler dinler ve fetiş manga sever. Adam porno seviyorsa, kız alışveriş yapmayı seviyordur. Futbol muhabbetine katılıyordur ve Hooters'da kanat yemeye itiraz etmez. Nick Dunne'la tanıştığımda Havalı Kız istediğini biliyordum. İtiraf etmeliyim ki, onun için bunu denemeye hazırdım. Özel bölgeme ağda yaptım. Kutu bira içip, Adam Sandler filmleri seyrettim. Soğuk pizza yedim, 34 beden kaldım. Onu yarı düzenli olarak becerdim. Anı yaşadım. Oyun oynuyordum. Bir kısmından keyif almadığımı söyleyemem. Nick içimde varlığından haberdar olmadığım şeylerle dalga geçti. Bir hafiflik, bir mizah, bir rahatlık. Ama onu daha akıllı yaptım. Daha keskin. Benim seviyeme çıkması için ona ilham verdim. Hayallerimin erkeğini yarattım. Başkaları gibi davranmaktan mutluyduk. Tanıdığımız en mutlu çift bizdik. Peki en mutlu sen değilsen birlikte olmanın ne anlamı var? Ama Nick tembelleşti. Evlenmeyi kabul etmediğim biri oldu. Aslında onu koşulsuz sevmemi bekliyordu. Sonra beni parasız bir şekilde bu büyük ülkenin göbeğine sürükledi ve kendine daha yeni, daha genç, daha neşeli, havalı bir kız buldu. Beni mahvetmesine ve her zamankinden daha mutlu olmasına izin vereceğimi mi sanıyorsun? İmkansız. Kazanması mümkün değil. Benim sevimli, çekici, dünyanın tuzu biberi Missouri'li adamım. Öğrenmesi gerekiyordu. Yetişkinler bir şeyler için çalışır. Yetişkinler öder. Yetişkinler sonuçlarına katlanır..”
Bu yüzden salt bir evlilik dramı olarak nitelendirmiyorum filmimizi. Elbette özünde bu var ama çok daha kaotik ve sınırlarda dolaşan bir yapım. Bu yönünü oldukça sevdim. En sevdiğim kısımsa, sonu oldu. Birbirlerinin gerçekten farkında oldukları sahneler ve diyaloglar Gone Girl’ün en etkileyici yanlarını oluşturuyor bana kalırsa.
“Nick: Seni kahrolası a*cık!
Amy: Ben senin evlendiğin a*cığım. Kendini sevdiğin tek zaman bu a*cığın hoşuna gidebilecek biri olmaya çalıştığın zamandı. Ben pes eden biri değilim, o a*cık benim. senin için öldürdüm; bunu başka kim söyleyebilir? Hoş bir Ortabatılı kızla mutlu olacağını mı sanıyorsun? Mümkün değil bebeğim! Ben buyum.
Nick: Kahretsin. Sen hayal görüyorsun. Yani sen delisin, neden bunu isteyesin ki? Evet, seni sevdim ve sonra tek yaptığımız birbirimize kızmak, birbirimizi kontrol etmeye çalışmak oldu. Birbirimize acı çektirdik
Amy: Evlilik budur.”
Peki, kim kurban? Kim suçlu? Kim siyah? Kim beyaz? Açıkçası, kimse. Hikâye de tam burada yatıyor aslında. Masumiyetin ve suçluluğun birbirlerinin içine karıştığını ve yok olduğunu görüyoruz karakterlerimizde. Yine gerçek bir perspektif meselesi aslında, kimin penceresinden bakmayı tercih ederseniz, onun doğrularını yükleniyorsunuz. Ama işin güzel yanı da bu ya, doğru pencere yok. Kimsenin doğrusu yok. Gerçek yok.
Özetle, Gone Girl ikili ilişkilerin inişlerini ve çıkışlarını çok yüksek perdeden fakat etkileyici bir anlatımla ele alıyor ve oyunculuklarıyla kendine şapka çıkarttırıyor. Hala izlemediyseniz, oldukça etkileyici bir filmi kaçırıyorsunuz demektir.
Yorum Bırakın