Amerikan Rüyası’nın Yıkımı: Muhteşem Gatsby Kitap incelemesi

Amerikan Rüyası’nın Yıkımı: Muhteşem Gatsby Kitap incelemesi
  • 2
    0
    0
    1
  • "Birisini eleştirmeye kalkıştığında, şu dünyada her insanın senin sahip bulunduğun ayrıcalıklara sahip olmadığını hiç aklından çıkarma."


    Herkesin mutlaka daha önce aşina olmuş olduğu, edebiyat dünyasının en bilindik giriş cümlelerinden birine sahip Muhteşem Gatsby.

    Hem kitabına, hem son çıkan 2013 yapımı filmine bayıldığım bu eserin yorumuyla geldim: Muhteşem Gatsby. Anlatıcı Nick Carraway’in, devasa partiler veren, kimsenin tanımadığı ve herkesin hakkında bambaşka hikayeler anlattığı komşusu Jay Gatsby tarafından düzenlenen partiye bir davet almasıyla başlıyor hikayemiz. Geçmişi yok, geçmişleri var, kimine göre bir savaş kahramanı, kimine göre bir katil, bir dolandırıcı… ama sahiden, gerçekte kim bu Gatsby? 

    En başında anlatıcımız Nick'i kendine çeken bu gizem bizi de ilk sayfadan itibaren ele geçiriyor. Gatsby'i bir sır ve gizem katmanının ardından tanımaya, her geçen sayfada biraz daha sis perdesini dağıtarak gerçek hikâyesini keşfetmeye çalışıyoruz aslında çünkü Gatsby her ne kadar bir karakter olsa da yalnızca kendiyle sınırlı değil, aslında bir sembol.

    Caz çağı Gatsby’dir. Amerikan rüyası Gatsby’dir. Amerikan rüyasının paramparça oluşu bizzat Jay Gatsby’dir. Çünkü en başında Amerika, Fitzgerald’dır. Zaten kendisi de bu konuda hakkını veriyor, "Sanırım şimdiye kadar yazılmış en iyi Amerikan romanını yazdım." Fitzgerald’ın öyle kendine has bir kalemi var ki, tasvirleri, mekanları ele alışı, çevre anlatımı kendinizi dönemin Amerika’sında bulmanıza sebebiyet veriyor. Tüm sömürünün ve ışıltının, ihtişamın ve sefaletin zıtlığında bir rüyanın peşinde koşmak bu kitap. Bir yeşil ışığı izlemek her gün, geçmişi gelecekte yaşatmak. 

    Bir eleştiri deyin, topluma ve sisteme bir sövgü. Sınıf çatışması deyin, parası olanların hep ellerinin temiz kaldığı, ahlakın yalnızca bir kesim için olduğu. Aşk deyin, bir öpücüğün hissettirdiklerini yeniden yaşamak uğruna verilen yıllar süren bir çaba. Umut deyin, zayıf bir ışığa inanmak son ana değin. Rüya deyin, özgürlük adı geçen prangalardan. Paramparça edilen bir düş deyin, belki hiç kurulmaması gereken. Ama adına ne derseniz deyin etkileyici bir hikâye. 

    Gatsby…umudu, düşleri, uğrunda çabaladığı aşkı, zamanı geriye alma isteği ve geçmişiyle. Çekip çıkarmak ve sarsmak istediğiniz karakterler olur hani, biraz sarsmak ve neden diye sormak. Bazı karakterlerle sohbet etmek istersiniz, ben Gatsby ile oturup konuşmak isterdim, o zayıf yeşil ışığın aydınlığında. Bir rüyanın parçalanışı diyorum ama bu yalnızca Amerikan rüyasının parçalanışı değil, sadece toplumsal ve sosyal bir yıkım değil bireysel bir yıkım aynı zamanda.

    Fitzgerald bizi caz çağına, zenginin dünyanın tepesinde, halkın en altta ezildiği uçurum döneme götürüyor. Bir yandan göz kamaştırıcı, devasa, parıltılı partiler, parasıyla her şeyi satın alabileceğinden emin olan adamlar okuyoruz, diğer yandan bambaşka bir dünya. Amerikan rüyasının bizzat Jay Gatsby olduğunu söylüyorum çünkü sıfırdan, her şeyi en baştan yapmak zorunda olan bir insan olarak çıkıyor karşımıza. Bir şekilde kendine yeni bir şans, yeni bir yaşam yaratmış. Kendine yeni bir hikâye yaratmış. Demek ki bu eşit, adaletli bir dünya, herkes Jay Gatsby olabilir, değil mi? Sıfırdan başlayarak herkes bunu elde edebilir. İşte bu amerikan rüyası delüzyonuna Fitzgerald yine Gatsby ile karşılık veriyor.

    Gatsby'nin mutlu olduğunu değil daha fazlasının peşinde koştuğunu, açgözlülüğünü, hırsını aslında en başta istediği şey için; bir öpücüğün peşinde kendine yeni bir statü, hayat, zenginlik yaratmasına rağmen tüm bunların nasıl da üstüne oturmadığını okuyoruz, onlar gibi düşünmüyor, onlar gibi hissetmiyor çünkü "onlar" gibi değil. Gatsby inşaa ettiği her şeye rağmen hala hiçbirine sahip değil. 

    Gatsby'nin parasına ve şöhretine rağmen bir türlü onlar gibi olamaması, kabul görmemesinin yanında Daisy tarafından da itilmesi...gerçeklikle düş arasında ince bir çizgi yok. Ya birini seversin, ya da birinin suretinde yarattığın başka birini seversin. Yani, Daisy ile Gatsby birer yabancıydı aslında. Gatsby'nin sevdiği ise beş koca yıl boyunca Daisy'nin suretine kattıkları, kendi düşleriydi. Daisy aslında Tom gibi biriydi ama Gatsby bunu hiç göremedi. Gözlerimizin önüne gerçekliğin ötesinde bir düş katmanı indirirsek, görebileceklerimiz yalnızca kendi hayallerimiz ve umutlarımızdır. Jay Gatsby ise hayalleri ve umutlarıyla süslediği geçmişi geleceğe taşımak istedi, yıkım tam buradaydı.

    Ve finali...bu kadar öfkelendiğim ve üzüldüğüm başka bir son anımsayamıyorum. Son sayfayı buruk bir gülümsemeyle kapattım.  Hala okumadıysanız mutlaka ve mutlaka okuyun. Filmi ayrı kitabı ayrı muazzam eserler. Dönemin havası, Fitzgerald'ın sembolleri ve mekanları kullanışı, dönemin sosyal ve toplumsal koşullarının aktarımı, sınıfsal farklılıklar, ışıltılı Amerika ve elbette Gatsby. Bu kitabı okumak için başka sebebe gerek yok.

    ”Yarın daha hızlı koşacak, kollarımızı daha da ötelere uzatacağız... Ve derken güzel bir günün sabahında...Böylece akıntıya karşı kürek çekerek, durmaksızın geçmişe doğru sürükleniyoruz.”

    Işık hem çok yakında, hem de ulaşılmayacak kadar uzakta. "İmkansız."



    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.