Selamlar! :) Yeni bir içerik dizisine başlıyorum. Başlayıp sonunu getiremediğim birkaç içerik dizisinin finalini gördük ama ''okuduğum kitaplar''ın planlanan bir sonu yok. Çünkü hayat boyu okuma yolculuğum devam edecek. Sizleri de bu serüvenime dahil etmek istedim. Her ay sonu okuduğum kitaplar hakkında kısaca bilgi vermek ve naçizane öneriler sunmak istiyorum kitapseverlere. Okuyacak kitap arıyor ya da farklı tavsiyeler görmek istiyorsanız bu içerik dizim tam size göre olabilir! O zaman başlayalım.
Mayıs'ta sekiz kitap okudum. İstanbul'a gidip geldiğim için tuğla eserler okuyamadım, onun yerine ilgimi çeken ne varsa onu okudum bu ay. Muhteşemdiler; özellikle Ahlak Mektupları'nı içtenlikle tavsiye ediyorum. Bunların arasında favorimi belirlemek çok zor, çünkü her biri kendi türünde oldukça başarılı kitaplar. “Kurgu dışı”na bu kadar çok vakit ayırabilmek de beni her yönden memnun etti. Farklı türlerden gittiğim zaman okuma yolculuğumu daha keyifli kılıyorum sanki.
1. SENECA - AHLAK MEKTUPLARI
Ah, kimi insanlar için bir yerden değil, önce kendilerinden kaçabilmeleri ne büyük bir mutluluk olurdu! Onlar kendilerine yük olmuşlardır; endişe, telaş ve korku içindedirler. Denizleri aşmak, kentten kente dolanmak neye yarar? Seni hırpalayan kötülüklerden kaçınmak istiyorsan başka yerde değil, başka biri olmalısın. /s. 426
Romalı devlet adamı, düşünür ve aynı zamanda oyun yazarı olan Seneca’nın bir dostuna yazdığı mektuplardan oluşan bir kitap. Dostunun cevapları eserde yer almıyor. İki bin yıl önce yazılmış bu mektupların günümüzde karşılık bulması da oldukça ilginç. Aslında bahsettiği konular evrensel şeyler; insan, dostluk, erdem, ölüm, yaşam, din ve felsefe üzerine altını çizmeye doyamayacağınız satırlarla dolu mükemmel bir kitap Ahlak Mektupları. Bazı düşüncelerine katılmasam da birçok açıdan bana hitap eden bir yönü vardı eserin. Felsefeyle çok içli dışlı olan biri değilim, buna rağmen hiç sıkılmadan okudum. Bitirdikten sonra felsefe okumalarım için araştırma bile yaptım hatta.
İnsan olmak üzerine birçok detay bulunuyor. Evet, hepimiz insanız ama doğayla uyumlu, bilgelik için mücadele eden, erdemli olmayı hiçbir şeye değişmeyen insanlar mıyız? Seneca’ya göre çoğu insan daha yaşarken ölmüştür, çünkü tek yaptıkları var olmaktır. İnsan sadece var olamaz, yaşadığı çevreyle de iletişimde olmalı yazara göre. Çok haklı fakat insanlar bireyselleşme yolunda toplumdan soyutlanır oldu bu günlerde. Toplum ya da bireyin ta kendisi bu duruma neden oluyor bir şekilde. Seneca okuyup biraz silkelenmek hiç de kötü bir fikir değil, ne dersiniz?
Puanım: 9/10
2. DUL- JEAN LOUIS FOURNIER
Gittiğinden beri yedi milyon kırk sekiz bin sekiz yüze kadar saydım. Bu kadar zamanda saklanabilmiş olmalısın. Her tarafı arıyorum. Bulamıyorum, ümidimi kaybediyorum. Saklambaç oynamak çok uzun sürüyor. Tamam, hadi, kazandın ,çık artık saklandığın yerden. Artık oynamak istemiyorum. Çık neredeysen, kazandın. Çık ne olur, kaybettim, her şeyi kaybettim. /s. 44
Fournier ile tanışma kitabım oldu Dul. Yazarın gerçek hayatından kopup gelen bir eser bu. Fournier eşi Sylvie'i kaybettikten sonra bu satırları kaleme alıyor ve karşılıksız mektuplar bir kitap haline dönüşüyor sonunda. Eşinin ölümü gerçekten yaşandığı için yazılanları okumak iyi bir ruh hali istiyor okurdan. Kötü günlerinizde elinize almayın… İyi olduğum bir günde okuduğum halde ölümle bu kadar yakında yüzleşmek zorunda kalmak benim için zor oldu. Kendi ölümümü, eşimin ölümünü, sevdiklerimin ölümünü hayal etmek denizde dalgalarla bir batıp bir ortaya çıkan bir şey gibiydi. Okuduğum süre boyunca böyle hislerle donatıldım yani.
Eşinin ölümünün yazarı derinden sarstığını görebiliyorsunuz. Bazen bakıyorsunuz gelecekten çok umutlu, ama iki sayfa sonra da intihar edecekmiş gibi sanki. Ruh hali çok değişken. Yine de yaşadığı her duygu, düşüncelere boğulduğunu her an, oldukça samimiydi. Onunla bu gidip gelmelerin arasında kaybolmak hoş bir okuma deneyimi sundu bana.
Puanım: 9/10
3. KORKU BURNU - JOHN D. MACDONALD
“Dünya kendini bir halt sanan, bir zavallı gibi otoriteye sarılmış aşağılık adamlarla dolu. Burada ne bir gram hayal gücüne yer var ne de iyiliğe.” /s. 176
Bu kitap için ayrı bir inceleme içeriği yayımlayacağım zaten ama burada kısaca bahsetmek istiyorum yine de. Polisiye klasikleri dizisinin ikinci kitabı kendileri. İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerika’nın dönemini yansıtan bir kitap. Polisiyeden çok gerilim temasının daha yoğun olduğu bir eserdi. Hayatında her şey yolunda, düzgün bir aile babası olan bir avukatın başı bir gün belaya giriyor maalesef. Geçmişte, subay olduğu günlerde, bir askerin hapse tıkılmasına neden olan bir şahitlik yaptığı için giriyor başı derde. Şahitlik yaptığı olay ise ‘’tecavüz’’ davası. Haksız ama güçlü bir asker bozuntusu da hapisten çıkar çıkmaz bizim masum aile babasının ve tabii ki ailesinin peşine düşüyor. Adalete sonsuz bir şekilde güvenen Sam Bowden ve ailesi bu adamdan nasıl kurtulacak sizce?
Puanım: 8/10
4. İŞTE İNSAN (ECCE HOMO) - AZRA ERHAT
Bunca yüzyıl özgürlük uğruna savaşır görüyoruz insanı: beden özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, inanç özgürlüğü… Çabalıyor, içine saplandığı bataktan çıksın da, açık havada rahat soluk kalsın diye. Ve sırasıyla birçok yolu deniyor; ama kiminde aşılmaz bir engel çıkıyor karşısına, kimi yol çıkmaza götürüyor onu. Arapsaçı giriftleşiyor değerler. Açıklık, mutluluk derken, fıkır fıkır bir zift kazanı içine düşmüş buluyor kendini. /s. 169
Azra Erhat’tan okuduğum ikinci kitap oldu ve çok hoşuma gitti. Oldukça derin anlamlara sahip bu eserin anlatmak istedikleri, üç ana çağa ayrılmış bir şekilde aktarılıyor: İlk Çağ, Ara Çağ, Bizim Çağ. İnsanı anlatmak ve anlamak için bu kadar eskilere gitmesinin birçok nedeni var. Bildiğimiz ve tanıdığımız isimlerin ardından adım adım ilerliyor: Onların eserlerini de inceliyor bu sırada. Böylece ‘’insan’’da bambaşka bir yolculuğa çıkmış oldum. ‘’Homeros insanı’’ özellikle ilgimi çekti. Daha önce ‘’Homeros’’ adlı eserini de keyifle okumuştum. Mitoloji Sözlüğü’nün de yazarı aynı zamanda Azra Erhat. Çokça faydalandığım kıymetli eserler bunlar. Yazarın anlatımı dağınık ama düşüncelerini okura aktarmak için büyük bir emek sarf ediyor. Birbirinden farklı fikirlerin arasında kaybolmak çok güzeldi.
Puanım: 8/10
5. PANORAMA ADASI’NIN TUHAF HİKAYESİ - EDOGAWA RAMPO
Bir manzaradan ayrılıp karanlıkta azıcık yürüyünce önlerine bir diğer manzaranın çıkması, adeta rüya gibi, bir rüyadan diğerine geçilirken hissedilene benzer, belirsiz, sanki rüzgâra binmek gibi, bir süreliğine bilinci yitirmek gibi bir duyguydu. O tek tek manzaralar, tamamen farklı düzlemlerdeydi, sanki üç boyutlu dünyadan dört boyutlu bir dünyaya atlamak gibiydi bu: Bir anda görülen âlemin biçimi, renkleri, hatta kokuları bile değişiveriyordu. Bu gerçekten rüyada olmak gibi ya da aynı perdeye yansıtılan iki ayrı filmi seyretmek gibi bir duyguydu. /s. 96
Edogawa Rampo’dan okuduğum ikinci kitap; Panorama Adası’nın Tuhaf Hikâyesi oldu. Başlığına her anlamda uyan bir eserdi, gerçekten de tuhaftı. Aynalar Cehennemi ve Diğer Öyküler’i de bu roman gibi tuhaflıklarla doluydu, şaşırtmadı yani. Yarattığı kurguların içinde insanı rahatsız eden birçok öğe var. İnsanın vahşi yönünü bütün çıplaklığıyla yansıtıyor ve bu satırları okurken içimizde hiç dokunulmaması gereken bir yere parmak basıyor sanki. Masum, kimseye zararı dokunmayan, kendi halinde bir insanın bile bir anda nasıl değişebildiğine tanık olmak çok ürkütücü. Birden bire ortaya çıkan basit bir plan insanı nerelere götürüyor… Kitabın başından sonuna kadar gizemini koruması, her sayfada heyecanlandırması harikaydı. Japon klasiklerinin sonları muğlaktır genelde, ama burada bir sona bağlanması çok hoş oldu, oh be dedirtti. Rampo kalemini çok seviyorum. Çünkü olağanüstü görünen birçok şeyin asıl gerçekliğini açıklayan cümleleri oldukça çarpıcı. Sonuç: Hiçbir şey, insanın kötülüğünden ve yapabileceklerinden daha korkunç ve tuhaf değildir.
Puanım: 8/10
6. UNGENACH - THOMAS BERNHARD
ne olursa, nerede olursa, nasıl olursa olsun, insan hayalettir, daha da daha da çok hayalet, insanlar hayaletten başka bir şey değil… /s. 10
Thomas Bernhard’tan okuduğum onuncu kitap oldu Ungenach. Yazarın eserlerini okumak hiç keyif vermediği halde nasıl bu kadar sevebiliyorum bilmiyorum. Genelde insanlardan uzaklaşmak istediğim, daha doğrusu tahammül seviyemin yerlerde olduğu günlerde onu okumak daha anlamlı oluyor. İnsanın her zaman yalnız olduğunu ısrarla vurgulayan bir yazar Bernhard. Ungenach’ta ise dağılan bir ailenin miras meselesini konu ediniyor. Tam onun seçebileceği bir konu olmuş. İncecik bir kitap olmasına rağmen insan ruhunun kasvetli alanlarına dokunmayı başarıyor yine. Yazarı ve eserlerini bir tık daha iyi anlamlandırmak için size bir içeriğimi önereceğim:
Öfkenin Vücut Bulmuş Hali ''Thomas Bernhard'' ve Eserleri
Puanım: 8/10
7. OZ BÜYÜCÜSÜ - L. FRANK BAUM
“Evlerimiz ne kadar kasvetli ve gri olursa olsun, biz etten kemikten yapılmış insanlar çok güzel de olsa başka bir ülkede yaşamaktansa kendi topraklarımızda olmayı tercih ederiz. İnsanın evi gibisi yoktur.” /s. 18
Çocukken okuduğumda bayılmıştım. Bugünlerde geçmişe doğru bir özlem benliğimi sarınca elime alıp okumak istedim yine, ve yine bayıldım. Çocukken okuduğum kitap olarak kalan ve o masumiyet çizgisini de tam metin versiyonunda bozmayan tek eser galiba. Diğerleri ucundan, köşesinden ve daha birçok yerinden beni hayal kırıklığına uğratırken Oz Büyücüsü tüm bunları geride bırakmamı sağladı. Sadece bir çocuk kitabı değil Oz Büyücüsü, yetişkinler için alt mesajlarla dolu bir masal bu. Bir masal nasıl mesaj verebilir diye sorarsanız eğer, cevabı kitapta sizi bekliyor.
Puanım: 10/10
8. KÜTÜPHANEMİ TOPLARKEN - ALBERTO MANGUEL
Petrarca ise kütüphanesinin ona sahip olduğu kadar kendi kütüphanesine sahip olamamıştır. “Bu zamana dek söndürmeyi başaramadığım ya da söndürmek istemediğim bitmez tükenmez bir tutku hiç yakamı bırakmadı. Asla yeterince kitaba sahip olmadığım hissini taşırım” der Petrarca. /s. 21
Yazarla tanışma kitabımın ''deneme'' eseri olması ve bu eseri sevmem ne güzel bir tesadüf… Sosyal medyada sık sık karşıma çıktığı için araştırdım ve baktım ki daha çok ilgimi çekiyor, hemen sepetime ekledim. Gelir gelmez okuyamadım, okumam gereken o kadar çok kitap var ki :) neyse ki çok beklemedi kitaplığımda. Kitapseverler olarak hayat boyu kitaplıklara sahip oluruz genelde. Nereye gidersek gidelim bir kütüphane kurma çabasındayızdır bizler. Bu tutkumuz zamanla bambaşka bir boyut kazanır.
Manguel bazı nedenlerden dolayı Fransa’dan taşınmak zorunda kaldığında koskoca kütüphanesini geride bırakır. Kütüphanesiyle olan bağını, okumayı içselleştirmeyi, tutkuları konuşur sayfalar boyu. Edebiyatın geçmişten günümüze izler bırakan dev yapıtlarını, ses getiren olayları da işler bir yandan.
Puanım: 8/10
Not: Kitapların sonuna eklediğim ''(detaylar için)'' bölümü 1000kitap uygulamasına aittir. Kitapların puanlarına, tanıtım bültenlerine, incelemelere ve alıntılara bu alanlardan ulaşabilirsiniz.
Yorum Bırakın