Yüce ahlak anlayışına sahip olduğunu düşündüğümüz, kimi zaman küçük, basit, sevimli hayatlarına özendiğimiz kasaba insanlarının adeta çürümüş ruhlarını ve beyinlerini kemiren tahtakurularıyla dolu özlerini görmek her daim şoka uğratır beni. Her şehirli insanda az da olsa var olan izole köy hayatı ütopyası belki de benim de zihnimde çivilenmiş durumda. “Dogville” bu çiviye bir balta vururcasına şok dalgası gönderdi bedenime ve ruhuma. İyi tavırlarla kendini toplumda gösteren insanların aslında eline kötü olma gücü geçmemiş bireyler olduğu fikri her daim içimi ürpertmiştir. Bu korkunun etkisiyle kendime bir ayna tuttum, yüzümden anlamaya çalıştım sessizce uyuyan korkunç eğilimleri.
Saflığın en etkili haliyle kendini gösterebildiği yerdir belki de cahillik, gün yüzü görememişlik, zenginliğe ve rahatlığa kavuşamamışlık.İnsanın aslında doğasına en yakın olduğu yaşam tarzıdır kasaba yaşamı. Bu sebepledir ki küçük kasabalar her insan gibi benim de gözümde “sevimli” bir portre çizer. Oysa ki statüsel olarak güçsüz ve toplumsal şartlar sebebiyle kapasitesini tamamen ortaya koymaktan aciz bir insanı “iyi bir insan” olarak nitelendirmek yanlış algılara sürükleyecektir bizi her daim. “Bu hayatta üç tip insan vardır; bir iyiler, iki kötüler, üç eline fırsat geçmeyen iyiler.” Filmde de yüzümüze sık sık çarpılan gerçek şudur ki, yıllardır zor koşullarda, küçük bir kasabada çalışan insanlar eline kötü olma fırsatı geçmeyen iyilerdir ve iyi olma halleri aslında sadece bir bilinçsizliktir. Karşılarına baş karakterimiz gibi iyi niyetli, sömürebilecekleri bir kişi çıktığında, kötü olma fırsatını kaçırmayacak karaktere sahiptirler. Yeterince fırsatı olmamış, fırsat ellerine geçer geçmez iyi olmaktansa kendi faydalarını maksime etmeyi yeğleyecek bencil insanlardır. Oysa ki gerçek iyi olma durumu hak edilen bir niteliktir, gücü elinde barındırdığı halde iyi olmaya devam eden insana ahlaklı diyebiliriz ancak. İkiyüzlü insanoğlu her daim hüsrana uğratmıştır beni. Trier’in Dogville filmi çıkarlarına uygun olarak bukalemun gibi şekil değiştiren kasabalı portreleriyle her sahneden kalbime hançeri sapladı tekrar ve tekrar. Karşısındaki canlının koşulsuz rızasına sahip olduğunu gören insanın senelerce içinde tuttuğu zehrini dışarıya akıtmasını izlemek beynimin çöllerinde sonu gelmez fırtınaları şiddetlendirdi. Kumların arasından güneşin batışını izleyen benliğim insana ve onun ahlaki özüne dair gerçekleri keşfetmemi sağlayacak bir su kuyusu arayışına başladı. Kavurucu sıcağın altında, yıldızlı çöl gecelerinde uzanıp gökyüzüne bakarken düşünmeye başladım. Gerçekten özümüzde kötülük yapabilme gücüne kavuşamamış iyiler miyiz yoksa bu denli aşağı seviyelere düşmemizin sebebi travmalarımız ve yaşam şartlarımız mı? Gerçekten bir insan gerekli koşullar sağlandığında psikopat haline gelebilir mi? Yüzümü buruşturarak baktığım, kötü sıfatıyla etiketlediğim insanların yaptıklarının aynısını ben de yapmaz mıydım onların yaşadıklarını yaşamış olsam? Tesadüf eseri iyi davranışlar sergilemiş olmam mı beni ahlaklı insan yapıyor? Aslında her şey bu kadar basit mi?
Beynimde birikmiş çöp yığınlarının arasından gerçekliğe en yakın gördüğüm düşünceyi tereyağından kıl çeker gibi çıkardım. Ellerimi gözlerime siper ettim korkutucu gerçeğin ışığından korunmak için. İçten içe hep biliyordum; gerçek ahlak anlayışı sahip olduğu gücü iyiye veya kötüye kullanmakla gelişirdi. Hâlihazırda yaşam şartları dengesiz ve zor olan bir insandan ahlaki davranış bekleyemezsiniz. Bencil insanoğlu öncelikle ahlaki tutumu arzulamaz. İstediği öncelikli şey refaha ermektir. Kısacası; temel ihtiyaçlarını doyurmaktır.
Beni dehşete düşüren ve beynimin fırtınalı yollarında gezinirken bulduğum ikinci gerçek ise şu oldu: Zavallı insanoğlu öyle acınası durumdadır ki yaptığı haksızlıklarla, eziyetlerle, topluma ve mazluma karşı işlediği suçlarla rahat bir yaşam süremez. Suçlarını sindiremeyen insan mutlaka cezalandırılmak ve günahlarından arınmak ister. İçimin en derinliklerine baktığımda görebiliyorum; iyi bir insan olduğuma inanmak istiyorum, yaptığım kötülüklerin cezasını çekmiş olmak sanki o kötülükleri yapan yaratık ben değilmişim gibi hissettiriyor. Bedel ödemiş olmak beni çoğu şeyden daha fazla cezbeden bir düşünce. Acı çekmek beni günahlarımdan özgürleştirecek. Özgürleştiğimde tekrardan insan olabileceğim. O mükemmel ana kadar dünya üzerindeki en günahkâr, en aşağılık yaratık olmaya devam edeceğim. Terör saçacağım etrafıma ve çürüyen ruhumu olduğu halinden bile daha aşağılara çekeceğim. Yeni tanıştığım her canlıya yalvaracağım acı dolu, kıpkırmızı gözlerle; alevler içindeki ruhumu esaretinden kurtarmaları için. Elimden tutun ve cezalandırın beni; cezalandırın ki küllerimden tekrar doğayım Anka kuşu gibi.
Kaynakça: Trier, Lars von. Dogville: 2003. Lions Gate Entertainment.
Görsel: https://tr.pinterest.com/pin/69102175516599296/
Yorum Bırakın