“İnsan her şeye alışan bir yaratıktır.” Bu cümleyi kurduğunda, Dostoyevski de bir gün alışabileceği birçok yıpratıcı, yıkıcı duruma kayıtsız kalabilecek bir psikolojide olacağını bilmiyordu. 1800lü yıllarda, günümüzden çok farklı toplumsal koşulların içinde söylenen ve kayda geçirilen bu cümle, belki de insanın hem en iyi hem de en kötü özelliği. Psikoloji dünyasında kuralların ve tedavilerin tekrar yazılmasının önünü yıllar sonra açacak olan bu alışma sürecini, hayatlarımızdaki etkisiyle birlikte incelemek istiyorum bugün.
Hayat, iyinin de kötünün de aslında birbirine sürekli karışan griler şeklinde karşımıza çıktığı karmaşık bir çorba sarmalına benzer. Bugün yaşadığımız ve kısıtlı algılarımızın “hayatımızın en kötü olayı” olarak algıladığı bir durum, aradan yeterli zaman geçince bize faydası olduğunu anladığımız bir duruma dönüşebiliyor. Veya tam tersi, yaşarken "başımıza gelen en güzel şey" olarak nitelendirdiğimiz bir olay, ilerleyen zamanlarda hiç yaşanmamış olmasını dileyeceğimiz bir olay haline gelebiliyor. Yani aslında, insan günün olağan akışı içinde, büyük resmi görebilecek algıya sahip olamıyor. Bugün başına gelen bir olayın gelecekte ne gibi faydalara ve zararlara gebe olduğunu tam olarak algılayamıyor. Bu denli belirsiz bir hayatta, insanın elinden gelen tek şey yaşadığı duygulara ve durumlara alışmaya çalışmak oluyor. İşte insanın bu adapte olabilme gücünden ortaya çıkan ve onu “her şeye alışan yaratık” haline getiren bu duruma psikoloji dünyasında “sistematik duyarsızlaşma” diyoruz.
Kişinin sürekli tekrarlanan olaylara, yaşadığı duygulara ve her gün kendini içinde bulduğu aynı koşullara zamanla alışması ve eskisi kadar duyarlı tepki verememeye başlamasına sistematik duyarsızlaşma denir. İnsanın aslında duygusal yüklerin ağırlığıyla başa çıkabilmesi için var olan bu özelliği, bazı durumlarda kişinin empati yeteneğinin azalmasına ve duygusal zekasından eksilmesine de sebebiyet verebilir. Örneğin, sürekli trafik gürültüsü olan bir yerde yaşıyorsanız ve başka bir yerde yaşama olanağınız da şimdilik yoksa, sistematik duyarsızlaşma sayesinde trafik gürültüsüne alışabilir ve eskisi kadar rahatsız olmamaya başlayabilirsiniz. Bir başka örnek olarak, sevgiliniz her gün size hayatıyla ilgili spesifik bir konudan aynı şekilde şikayet ediyorsa, bir süre sonra o konuya da duyarsızlaşabilir ve eskisi kadar düşünceli ve empatik cevaplar verememeye başlayabilirsiniz. O kişinin yaşadığı acılara olan empati hissinizi yitirebilirsiniz. Bu da sevdiğiniz insanın canını yakar ve ilişkinizi kötü etkilemeye başlar. Hayatta hiçbir şeyin ne tamamen iyi ne de tamamen kötü olmadığı gibi, sistematik duyarsızlaşma da böyle bir olgudur. Konusuna ve seviyesine göre sizi iyi de etkileyebilir kötü de.
Elbette ki kişinin sürekli içinde bulunduğu koşullar dayanılmaz derecede acı vericiyse, buna bir noktaya kadar alışması onun için en iyi seçenektir. İnsan alışmalı ki yaşamaya, hayata tutunmaya devam etmelidir. Sürekli bir acıya verilen aynı yükseklikteki tepki, kişinin günden güne tükenmesine sebep olur. Eğer hepimiz yaşadığımız acı verici her olaya her uyandığımızda aynı duyarlılıkta ve derinlikte üzülmeye devam etseydik, hayatımızda üzülmek ve yas tutmak dışında hiçbir şey yapamazdık. Her günü krizler yaşayarak geçirirdik. Zaten sistematik duyarsızlaşma tam olarak bu yüzden günümüze kadar varlığını devam ettirebilmiştir; faydalı ve gerekli olduğu için. Bir şeyleri aşıp, kaldığımız yerden daha güçlü devam edebilmemiz için.
Ancak sistematik duyarsızlaşma, amacını aştığında tehlikeli hale gelir. Empati yeteneğinden yoksun, hiçbir olayın onun üzerinde iyi ya da kötü iz bırakmasına izin vermeyen insanlar haline gelebilmemizin de önünü açar. Günün sonunda, acı verici bir olay hakkında bir süre düşünmek ve sadece üzülmeye devam etmek sağlıklıdır ve bize mutlaka bir şeyler kazandıracaktır. Toplumsal ve bireysel olayların kendisi üzerinde yeterli etkiye sahip olmasına izin vermeyen, hiçbir olaya yeterli duyarlılığı gösteremeyen bir insan, insan olmaktan çıkmıştır. Günün sonunda bizi biz yapan; kendi duygularımızı, düşüncelerimizi olduğu kadar diğer insanların da duygularını ve düşüncelerini anlamlandırmaya, benimsemeye çalışmamızdır. Empati yeteneğimizdir. Bu anlamlandırma ve benimseme süreci, insan olmanın biricik özelliğidir ve kaybedilmemesi gereken bir hazinedir. Biz, yaralarımızı birlikte sararak gelişir ve değişiriz. Bunun için de temel koşul, duygularımıza sımsıkı sarılmamız ve karşı tarafın hissettiklerini özümseyebilmek için çabalamamızdır. Tıpkı her şeyde olduğu gibi, sistematik duyarsızlaşma da bir denge işidir. Bütün okuyucularıma ve kendime, acının bizi insan yapan kısmını ruhumuzun en derinliklerinde tutarken, bizi hayata bağlayacak “acılara alışma” sürecini yaşayabilmeyi ve kaldığımız yerden yaşamaya devam edebilmeyi diliyorum.
Kaynakça: https://psikomental.com.tr/sistematik-duyarsizlastirma/
Görsel: https://tr.pinterest.com/pin/70437486291700/
Bu güzel yazı için teşekkürler