Arabada yolculuk yaparken Ayın yol boyu sizi izlediği zamanları hatırlıyor musunuz? Sadık bir yoldaş gibi, her baktığınızda orada olmaya devam eden ay sanki sizi dünyanın merkeziymiş, hatta dünya sadece sizden ibaretmiş gibi hissettirirdi. Özel ve tatmin edici bir histi bu, çünkü aslında insana hayat boyu eşlik eden “görülme ve fark edilme” ihtiyacını doyururdu. Sıcak ve güvenli bir duyguydu her daim ayın sizi izleyeceğini ve başka kimseyi izlemeyeceğini bilmek. Peki gerçekten ay koskoca dünyada biz nereye gidersek arkamızdan mı geliyordu?
Çocuklukta ve ergenlikte dünyanın merkezi zannederiz kendimizi. Bu varsayımla algılarız dünyayı ve ona göre hareket ederiz. Var olan ve var olacak her şey bizim için vardır. Yaşanan bütün durumlar ve olaylar bizden kaynaklanmaktadır. Dünya bizim algıladığımız kadardır ve ilişkiler anlamlandırdığımız derecede önemli ya da önemsizdir. Aya bakmayı ve onu bir dost gibi görmeyi tercih ederseniz ay sizin sadık dostunuz olur. Bakmazsanız, o sadece aydır. Çocuklukta başlayan bu düşünme şekline psikoloji dünyasında personal fable theory, yani kişisel masal teorisi deriz. Amerikalı psikolog ve eğitimci Profesör David Elkind, prensiplerini benmerkezcilikten alan bu dünya görüşünü, kişinin kendisini dünyanın tek önemli kişisi zannetmesi ve başına gelen bütün olayları yalnızca kendisine göre algılayabilmesi olarak tanımlar. Bu anlayışa göre, kişi yaşanan her türlü durumu yalnızca kendisiyle bağlantı kurarak anlamlı hale getirir. Kendisiyle bağlantı kuramadığı anda, kişi duruma anlam yüklemez.
Ergenlik zamanlarında tavan yapabilen ve bazı yetişkinlerde var olmaya devam eden kişisel masal yazarlığı, bireylerin hayata bakışını oldukça sınırlandırır. Burada birey, adeta bir tutsak gibi olaylara ve durumlara sadece kendi bakış açısından bakabilmektedir. Anlamlı bir bağ kuramaz, çünkü her anlamlı bağın özü empati ve çabadır. Hiç kimse onun hissettiği derecede yoğun hissedemez, onun başına gelen olaylar başka kimsenin başına gelemez ve yaşadığı her şey bütün insanlık içinde sadece ona özeldir. Onun için, kendi koyduğu kurallar ve değerlerden başka geçerli olan bir durum yoktur. Ne olursa olsun kayıp yaşamaz; günün sonunda hep o kazanacaktır. Kaybedemez, ancak insanlar onu kaybeder. İnsan ilişkileri onu mutlu ettiği sürece vardır. Gerçek anlamda kendisi dışında kimseyi sevemez, çünkü bir insanı sevmek o insanla bağı korumanın zor geldiği anlarda dahi sevmeye devam etmek ve buna göre hareket etmek anlamına gelir. Sürekli kendi kişisel masalında yaşayan kişi, onu zora sokan durumlardan uzaklaşır ve kendi yazdığı masalına her daim geri döner. Masalı onun güvenli alanıdır ve başka gerçekliklerde ikinci plana düşme ihtimali vardır. Herhangi bir durumun öznesi olmadığı ihtimalini hissettiğinde oradan uzaklaşacaktır. Bu gibi uzaklaşma, bağları koparma gibi kayıpların bile onu nihai mutluluğa ulaştıracağına inanmaktadır. Çünkü burada kuralları o koymuştur ve ilişkide bulunduğu insanların düşüncelerinin, aksiyonlarının ve hislerinin pek de bir anlamı yoktur. Anlamı olan tek şey onun zihnindeki kendisine dair hikayedir. İlişkilerinde bencildir çünkü bencil olmaktan başka bildiği bir şey yoktur; içedönüktür, insanlara bakar ama onların gerçeğini göremez. Kendisinden başka kimseye güvenemez. Duygularına, düşüncelerine ve egosuna takıntılıdır. İnatçıdır ve dışarıdan herhangi bir kişinin zihnine en ufak bir dokunuş yapmasına izin vermez. Yıkılmaz duvarları vardır ve o duvarların içinde güvende hisseder kendini. Bütün derinliğini, kapasitesini sadece ve sadece kendi isteklerine, arzularına harcayarak dışsal dünyada başarısız olmayı garantilemiştir. Çünkü bütün enerjisini kendisine harcayan insan, başka birini anlayamaz. Anlamadığında da sevemez, göremez. İçselleştiremez.
Dünyayı tamamen kendi hikayelerinden yola çıkarak gören kişi, bir apartmanın -2. katında yaşamaktadır. Tek bir manzarası vardır ve daha fazlasını görmek için bir çabası da yoktur. Ömrünün sonuna dek apartmanın dibinde yaşamaktan ve biricik manzarasına bakıp kendine dair düşünüp durmaktan memnundur. Daha farklı dünyaları, anlamlı sosyal ilişkileri, renkli bakış açılarını ve görmediği manzaraları ya hiç merak etmez ya da korkusu merakına baskın gelir. Ve günün sonunda bu kişilerin kendilerine ve yaşadıkları dip apartman dairesine olan takıntıları sonlarını getirir. Çünkü insan doğası gereği anlamlı ilişkiler kurma eğiliminde olan bir varlıktır. Bu olmadığında yavaş yavaş kendisini yok eder.
Hepimizin doğuştan getirdiği fiziksel yetenekleri ve zihinsel hazineleri var. Ancak bunları sadece kendimiz için kullanmaya devam ettikçe dünyada var olan sayısız güzelliği gözden kaçırmaya devam edeceğiz. Cenneti içinizde bulabileceğiniz bir yer sanmayın. Cennet insanın kendisini ve sevdiklerini duygusal, fiziksel ve zihinsel anlamda doyurabildiği bir yerdir. Ve bu anlamda özveride bulunan herkes, ergenlikte tıkılı kaldığı o apartman dairesinden dışarı çıkıp büyülü dünyalara girecektir.
Görsel: https://tr.pinterest.com/pin/1139903355695583317/
Kaynakça: https://www.aktuelpsikoloji.com/personal-fable-kisisel-masal-1216yy.htm
Yorum Bırakın