Rüzgâra karışmış, yağmura bürünmüş ruhlar...
Nereye varacağı belirsiz adımlar, yıldızlarda umudu arayan kalpler…
Neresinde bu hikâyenin kırılanlar, umutsuzlar?
Hikâyenin ortasında unutulanlar var.
Sessizce yok olanlar, gökten medet umanlar.
Belki de umut, toprağa bakınca değil, göğe bakınca daha az acıttığındandır.
Kalpler, umutlar yeryüzünde kırılır ya zaten.
Gökyüzünde yankılanır acılar…
Belki bir yıldız kayar kalbe,
belki de yağmur eşlik eder hüzne.
Yıldızlar, çocukken daha da parlaktı.
Belki de sessizliğimdendi, çocuksu dileklerimdendi.
Şimdi ise diyorum ki:
“Yıldızlar da yorulur bazen.”
O kadar çok dilek fısıldadım ki Küçük Prens’e…
Işıkları eskisi gibi değil artık.
Yorulmuş anılar gibi,
umutsuz kalpler gibi.
Belki de bu yüzden isteksizim.
Utanıyorum.
Artık yıldızlara bir şey fısıldayamıyorum.
Çünkü dilekler değil, düş kırıkları birikiyor içimde.
Yıldızlar uzaklaştı…
Ya da ben gözlerimi indirdim.
Gökyüzüne değil,
ruhuma bakmayı öğrendim.
Ve ruhuma bakınca şunu fark ettim:
Bazı dilekler hiç gerçekleşmez.
Bazı dileklerin zamanı değildir.
Belki de Küçük Prens uykuya daldı.
Ama hâlâ bir şey var içimde…
Belki de biz, o dileklerin gölgesinde büyürüz.
Yıldızlar yorgun.
Ama ben artık kendime kulak veriyorum.
Yağmurdan sonra toprağın aldığı o ilk nefes gibi:
Sessiz. Kırık. Ama canlı.
Yorum Bırakın