Advertisement

Aşkı Öldürmenin En Kısa Yolu: Onu Değiştirmek

Aşkı Öldürmenin En Kısa Yolu: Onu Değiştirmek
  • 0
    0
    0
    0
  • Karşılıklı aşk başlangıçta ruhumuzu bir kuş kadar özgür hissettirir; dünyadaki bütün zorluklara göğüs gerebilecek kadar dayanıklı olduğumuz fikrini zihnimizin en küçük noktasına kadar yerleştirir. Öyle güçlü hissettirir ki insanı, başlamaya korktuğunuz işler bile gözünüze sadece üzerine düşünmeden zıplanılacak ufak basamaklar gibi gelmeye başlar. Sevdiğiniz insanın elini tuttuğunuzda zifiri karanlık bir mağarada bile cesaretle yürüyebileceğinizi düşünürsünüz. Bu denli yoğun hislerle başlayan ilişkilerimiz, neden zaman geçtikçe kollarımızdan ve bacaklarımızdan zincirlere vurulmuşuz gibi hissettirmeye başlar? Zaman içerisinde bu özgürleştirici ve güçlendirici hissin boğazda kalmış bir düğüme dönmesi normal mi? Aşık olmak demek, esareti kabul etmek mi demektir? Aşk ve özgürlük yan yana gelmesi imkansız iki kavram mıdır? Bugün Alfred Adler’in yaşam görevleri içerisinde “kırmızı kurdeleler” benzetmesi yaptığı sevgi görevini inceleyecek ve gerçek aşkın ne olduğunu tartışacağız.

    Ünlü psikolog Alfred Adler, üç evrensel yaşam görevi tanımlamıştır, ona göre kişinin kendini tam anlamıyla gerçekleştirebilmesi ve özüyle kabul edilmiş hissettiği huzurlu bir yaşam yaşayabilmesi için bu görevleri tamamlaması gerekmektedir. Bunlar, sosyal görevler, sevgi görevleri ve topluma katkıda bulunma görevleridir. Sevgi görevi, Adler’e göre en karmaşık görevlerden birisidir çünkü içinde çok fazla olumlu ve olumsuz duygu barındırır. Kıskançlık, sahiplenme dürtüsü, yakınlık, tutku, şefkat, aşağılık kompleksi, öfke, sevgi gibi birçok karmaşık konu aynı anda bile bir ilişkide bulunabilir. İlişkideki yakınlık arttıkça halihazırda var olan olumlu ve olumsuz duyguların yoğunluğunun arttığını da görürüz.

    “Bir arkadaş ilişkisi aşka döndüğünde, arkadaşlar arasında müsaade edilen konuşmalar ve davranışlar sevgili oldukları andan itibaren kabul görmeyebilir. Bu da esas olarak karşı cinsten arkadaşlarla sosyalleşmeye izin verilmemesi anlamına gelir ve bazı durumlarda, karşı cinsten birisiyle telefonla konuşmak bile kıskançlığa yol açabilir. Mesafe o kadar yakındır, ilişki de o kadar derindir.”

    Bu örnekte gördüğümüz gibi, bir ilişkinin yapısı farklılaştıkça karşılıklı beklentilerimiz de değişir. Beklentilerimiz yükseldikçe karşı tarafın bunlara cevap verebilmesinin imkansızlaştığını fark ederiz. Çünkü bu noktada zihnimizdeki ideal sevgi görevini gerçekleştirebilmek uğruna birbirimizi bilinçli ya da bilinçsizce değiştirmeye çalışırız. Ancak Adler’in bireysel psikolojisine göre, bir başkasının alanına karışmak kesinlikle olumsuz sonuçlanır. Kendi beklentilerimize bir insanı uydurabilmek uğruna onu farklı yöne çekmeye çalıştığımızda, o insana değersizlik mesajı veririz. Onun doğal olarak attığı adımların yetersiz ve yanlış olduğu mesajını alttan ulaştırmış oluruz. İlişkideki eşitlik ilkesini bozar, dengeyi alt üst ederiz. 

    “Adler kişinin partnerini kısıtlamasını kabul etmez. Kişi mutlu görünüyorsa, insan bu durumdan gönülden mutluluk duyabilir. Sevgi budur. İnsanların birbirlerini kısıtladıkları ilişkiler eninde sonunda bozulur.”

    Her türlü sosyal ilişkimizin sağlıklı yürümesi için öncelikle karşımızdaki insanı dengimiz olarak kabul etmeliyiz. Aşk ilişkilerinde de bu kural geçerli olmaya devam eder. Bir insanı seviye olarak kendimizden bazı konularda dahi olsa aşağıda veya yukarıda görüyorsak, bu ilişkiyi “dikey ilişki” haline getirir. Dikey ilişki, kişinin ilişki kurduğu insanlara karşı kendisini referans alarak bir konuma sokmasıdır. Yani tanıştığımız her kişiye karşı belli konular üzerinden aşağı veya üstün hisseder, ona göre davranırız. Rekabetin her zaman alttan alta devam ettiği bu ilişki türlerinde iki taraf da hiçbir zaman huzura kavuşamaz. Diğer tarafa göre daha baskın olan kişi bile sürekli bu baskınlığını koruması gerektiğini hissederek gerginleşir. Karşımızdaki kişiyi olduğu kişi olarak kabul etmek yerine, bize karşı gerçekleştirmesi gerektiğini düşündüğümüz davranışlara “zorlamak”, bizi bu dikey ilişkinin en merkezine yerleştirir. Aynı şekilde karşımızdaki kişiden gelen talepler doğrultusunda, sadece o kişiyi memnun etmek adına bu talepleri gerçekleştirmek ve kendimizi yavaş yavaş değiştirmek bir dikey ilişkiyi oluşturur. Değiştiren ya da değiştirilen, rolünüz ne olursa olsun bu tarz bir ilişkinin içerisinde zamanla birbirinize olan saygınızı kaybedersiniz. Saygının kaybı, sevginin azalarak biteceğinin habercisidir. Çünkü gerçek sevgi, dikey değil yatay ilişkidir. İki kişinin de eşit olduğu ve birbirlerinin alanlarına karışmadıkları, isteklerini dile getirip bunu yapıp yapmamayı karşının takdirine bırakan ilişki gerçek sevgiyi uzun ömürlü olacak şekilde barındırabilir. 

    “Birlikte olan iki kişinin baskıcı ve gergin bir ilişkisi varsa, aralarında tutku olsa bile buna aşk denemez. Bu kişiyle birlikteyken özgür davranabiliyorum diye düşünebiliyorsak mümkündür aşk. Böyle bir aşk söz konusuysa, aşağılık duygusuna veya üstünlük gösterme ihtiyacına kapılmadan, sakin ve son derece doğal bir ruh hali içinde olabiliriz. Öte yandan kısıtlama kişinin partnerini kontrol üstüne kurulu bir tavırdır. Sana güvenmeyen bir kişiyle aynı yerde bulunmak insanın tahammül edebileceği doğal bir durum değildir.”

    Peki karşı taraf mutlaka olması gerektiğini düşündüğümüz ilişki beklentilerimizi karşılamıyorsa? Yine de kişiyi bu doğrultuda yönlendirmek, kontrol etmek sağlıklı bir ilişkiye kavuşmamızı sağlamayacaktır çünkü en temelde bu karşı tarafın iradesine güvenmediğimizi ve onu kendimizden aşağı seviyede gördüğümüz mesajını verir. Atı suya götürebilirsiniz, ancak zorla su içiremezsiniz. Sevdiğiniz kişiye ondan beklentilerinizi belirtebilir, gerisine karışamazsınız. Bu beklenti sizin için olmazsa olmaz bir beklentiyse, o kişi sizin için doğru bir insan değil anlamına gelir. Kararınızı bu doğrultuda almalı, o insanı ezerek değiştirmeye çalışmamalısınız. Bu şekilde sadece daha toksik ve mutsuz ilişkilere doğru yürümeye devam edersiniz.

    “Kaçmamalısın. İlişki ne kadar sıkıntı verici olursa olsun, bununla başa çıkmaktan kaçmamalı ya da sorunla yüzleşmeyi ertelememelisin. En sonunda ilişkini makasla keseceksen bile, onunla yüzleşmen gerekir. Yapılacak en kötü şeyse, bu durum hakkında hiçbir şey yapmamaktır.”

    Gerçek sevgiyi deneyimlemek, sevilmeme cesaretini gerektirir. Bazı insanlar tarafından sevilmemeniz demek, doğru insanlar tarafından sevilmeye bir adım daha yaklaştığınız anlamına gelir.

    Kaynakça:Kendinle Savaşma Sanatı-Ichiro Kishimi&Fumitake Koga

    Görsel:https://tr.pinterest.com/pin/104286547619485704/


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.