Proust'un Hizmetkârı ve Sırdaşı Céleste Albaret Anlatıyor: ''Monsieur Proust''

Proust'un Hizmetkârı ve Sırdaşı Céleste Albaret Anlatıyor: ''Monsieur Proust''
  • 7
    0
    0
    2
  •  

    “Biliyor musunuz, Céleste, eserlerimin edebiyat dünyasında bir katedral niteliği taşımasını istiyorum. Bu yüzden bir türlü bitiremiyorum. İnşası bitse bile her daim bir şeylerle süslenebilmeli; bir vitray, bir sütun başlığı, küçük bir mabet veya köşede küçük bir heykel.” /s. 292

     

    Proust okumayı kitap okumaktan daha çok seviyorum. Tuhaf bir cümle oldu evet farkındayım, fakat yazarın eserlerine olan tutkumu daha başka nasıl ifade edebilirim inanın bilmiyorum. Benim için derin anlamlara ev sahipliği yapan bir yazardır Marcel Proust.

    Proust ile birlikte on yıl yaşamış ve onun ev işleriyle ilgilenmiş yardımcısı tarafından yazılan ‘’Monsieur Proust’’ kitabını görünce nasıl sevindim bilemezsiniz. Kargodan geldiği gün hemen okumaya başladım, öyle heyecanlıydım ki. Keşke tamamen unutma fırsatı verilen bir kitap seçme hakkımız olabilseydi, o ‘’Monsieur Proust’’ olurdu.  Aslında Céleste Albaret kitabı kaleme alan kişi değil, o sadece bir anlatıcı. Röportaj için gelen Georges Belmont anlatılanları derliyor ve bunları bir hatırat şekline getiriyor. Proust’un ölümünden sonra elli sene boyunca yazar hakkında mektuplara, sorulara, anlatılanlara, kendisine gelenlere ve kapısına dayananlara cevap vermeyen Céleste Albaret, tam seksen iki yaşında bu röportajı kabul ediyor. Tek nedeni ise yazar hakkında orada burada çıkan asılsız iddiaların ve yalanların doğrusunu dünyaya anlatmak… Onun hakkında çok bir şey biliyormuş gibi ukalaca konuşan boş insanları yalancı çıkarmak ve susturmak için daha fazla gecikmeden, gerçekleri de unutmadan bizlerle buluşuyor Céleste. Georges Belmont önsözde bu konu hakkında okuru bilgilendiriyor, ben de üzerinden geçmek istedim.

     

     

    ‘’Ancak en sonunda bunu yapmaya karar verdim, çünkü onu benim kadar tanımayan, hatta kitaplardan öğrendikleri dışında hiç tanımayan insanlar, hakkında asılsız ve yalan yanlış bilgiler ortaya atmaya başlamıştı. Bu dedikoduların ilerlemesi, M. Proust’un saygınlığına zarar vermeye başlamıştı. Zira ortaya atılan bilgiler onun hakkında olsa da çoğunlukla ilgi çekmek için söylenen yalan yanlış laflardı. Oysaki ben, seksen ikisine gelmiş yaşlı bir kadın, bildiği her şeyi anlatarak sadece ilgi çekmeyi amaçlıyor olabilir miyim? (…) Tek amacım, bu dünyadan gitmeden önce onun hakkındaki bilgileri elimden geldiğince iyileştirmek. Hepsi bu. Artık anlatılması şarttı.’’ /s. 23

     

     

    ‘’Monsieur Proust’’u okumadan önce araştırdığım sırada birkaç incelemeye bakmıştım. İnsanlara çok yanlış önerilerde bulunuyorlar… Kayıp Zamanın İzinde’yi okumadan önce yazarı tanımak adına değerlendirilebilir bir eser olduğu görüşünü savunan okurlar var. Gerçekten şaşkınım.

    ‘’Monsieur Proust’’ kitabını eğer dikkatli ve iyi okuduysanız şunu fark etmişsinizdir: Céleste ile Proust yazarın ölümüne on yıl kala tanıştılar. Céleste bu eve ilk geldiği zamanlarda Kayıp Zamanın İzinde’nin birinci cildi olan Swann’ların Tarafı yeni yayımlanmıştı. Yani işin aslı Céleste ile birlikte Kayıp Zamanın İzinde’nin yazılış sürecine çok yakından tanık olmuş oluyoruz. Kitabın sayfalarında ve olaylarda sürekli Kayıp Zamanın İzinde’nin muhabbeti dönüyor. Hal böyleyken yedi ciltlik Kayıp Zamanın İzinde’yi bilmeden Monsieur Proust nasıl okunabilir? Yazarla hiç tanışmayanlar ilk bu eserle başlamak istiyorlarsa okuyabilirler elbette, ama doğrusu bence ilk olarak Kayıp Zamanın İzinde’yi okumak ve anlamaktır. Artık gerisi size kalmış…

     

    Yazarın yedi ciltlik dev eserini okuduysanız Proust ile ilgili ne yazılmışsa onu okumak için can atan bir tutku gelişiyor içinizde. Proust’u yüreğinizde hissetmenin tadı ‘’Monsieur Proust’’ eseriyle birlikte inanılmaz bir boyuta ulaşıyor. Bu kitabı okurken bir saniye bile sıkılmadım, yavaş ilerlemeye çalışsam bile olmadı. Céleste anlattıklarıyla insanı merakta bırakıyor. Elli sene boyunca suskun kalması ve sanki Proust ile dün yaşamışlar gibi her şeyi harfi harfine anlatabilmesi hayret uyandırıyor. Proust’un hiç bilinmeyen yanlarıyla yüzleştim ve yeniden tanışmışız gibi oldu. 

     

     

    Céleste onunla ilk tanıştığı andan ölümüne kadar yanındayken en ilginç olmayan şeyleri bile anlatarak bir biyografi eserinin temellerini atıyor. En ilginç olmayan şey bile Proust’a ait ise ilginçtir bu arada. Onun hayatına dair ne varsa bu detaylarda boğulmak gibisi de yoktu. Proust’a, yaşayışına, yazarlığına, hastalığına, alışkanlıklarına, aile ve çevresine, insanlarla iletişimine ve giyimine kadar, akla hayale gelen her şeye Céleste’in gözünden şahit oluyoruz böylece. Özellikle Kayıp Zamanın İzinde’nin yazılış sürecine çok yakından bakma fırsatımız da oluyor. Bazı karakterleri için kimlerden esinlendi, neden sekiz yıl boyunca evden çıkamadı, hastalığı yazarlığını nasıl etkiledi, kitaplarını ne mücadelelerle yayınevlerine gönderdi, arkadaş çevresi ve aşk hayatına dair gerçekler neydi gibi birçok soruya cevap olmuş bir eser Monsieur Proust.

    Proust yaşamak için yazıyordu. Yazmak onun için aşktan daha fazlasıydı. Çok az yemek yemesi, sadece sütlü kahveyle birlikte yazılarının ve notlarının başına geçmesi başka nasıl açıklanabilir ki? Gündüzleri uyuması ve gecelerini çalışmalarına adaması, hastalığı yüzünden bazen acı çekmesi de nedense aksi, huysuz bir insan yapmamış onu; tam tersine naif, ince ruhlu ve tatlı bir kişilik olmuş her zaman.

     

    ‘’Gerçekte olan bence, dış dünyaya kendini kapatıp eserleri için gereken münzevi hayatı yaşamak adına, zaman zaman hastalığını bahane etmesiydi. Hastalığı onu hiç korkutmuyordu. Tek korkusu, işlerini bitiremeden ölmekti. Bunun olmaması için de kendisini korumak adına elinden gelen her şeyi yapıyordu.’’ /s. 87

     

     

    ‘’M. Proust’un başucundaki ufak lambanın aydınlattığı yatağında otururken; bazen o güzel gülüşüyle bazense onu alıp götüren hüznüyle bir şeyler anlatırken, taklitler yaparken gözlerimin önüne getirdiğimde, düşünüyorum da hayatım boyunca izlediğim en muazzam tiyatro oyunu kendisiymiş. Hem, yalnızlığında bulduğu mutluluğu da anlayabiliyorum; hiç yoktan gülecek bir şeyler yaratması ve bazen de karşımda aynı şeyi acı acı anlatması, kafasında kurduğu karakterleri alıp götürmemesi için zamanla yaptığı bir mücadeleydi.’’ /s. 169

     

    Eserin bütünüyle hoşuma gitmesinin bir başka nedeni de tam bir arşiv niteliği taşıması… M. Proust’un kendisine, tanıdıklarına ait bildiğim ve bilmediğim fotoğraflarla doldurulmuş bazı sayfalar. Céleste'nin de kendisine ve yakınlarına ait bazı fotoğrafları ilk defa gördüm. 

    Proust’un hayatından kesitleri okurken Céleste hakkında bir şeyler görmek, onu tanımak da güzeldi. M. Proust’un ölümü ile kendi hayatının da son bulduğunu belirten Céleste'nin yazara bağlılığını anlattıklarından hissedebiliyorsunuz. Çok derin bir bağlılık bu… Zaten yıllarca suskun kalmasının sebebi de bu: Yazarın kaybının onu içten bir şekilde yıkması. Sonlara doğru gözyaşlarımı tutamadım. Eserin duygusal yoğunluğu insanı mahvediyor. Ölümüne yaklaştıkça hem Céleste hem de benim için çok daha zorlaştı her şey; o anlatırken ben de sayfaları çevirirken kasvete sarıldı yüreğimiz.

     

    Yaşam boyu sizi gerçekten olağanüstü derecede etkileyecek bir şeyler arayışı içindeyseniz, o şey M. Proust’un Kayıp Zamanın İzinde’si olabilir. Hiçbir zaman etkisinin yoğunluğu bitmeyecek uzun bir yol bu. Yine yolumun üzerinde karşıma çıkan Monsieur Proust da büyük bir şanstı. İyi ki değerlendirmişim diyorum bu şansı. 

    Sevgiyle önerilir. 

    AŞIK OLDUĞUM DİĞER ALINTILAR 

     

    Karanlığın içinde her şey karmakarışıktı, tek hatırladığım şey bana bakan o gözlerin beni çok etkilediği oldu. /s. 29

     

    M. Proust’un çok eski ve kullanılmış fakat hâlâ sağlam, çelik gibi sert bir mukavvadan yapılma, bej kumaş kaplı büyük bir bavulu vardı. Bavula yalnızca şöyle bir bakınca bile çok fazla yolculuktan geçmiş olduğu anlaşılıyordu. El yazılarını burada tutuyordu. Yol boyunca bana onları yanından ayırmadığını anlatmıştı. Sahip olduğu en değerli şeyler bunlardı. Her yere taşıdığı o bavul da kendisiyle birlikte seyahat ederdi. /s. 44

     

    “Bir daha dışarı çıkmayacağım. Ne Cabourg’a ne de başka bir yere gideceğim. Askerler nasıl görevlerini yapıyorlarsa, ben de işimi yapacağım. Onlar gibi gidip savaşmayacağım için benim görevim yalnızca kitabımı yazmak. Yaşadığımız durumlar başka bir işle uğraşmama müsade etmeyecek kadar karmaşık.”

    Eylül 1914’ün bu akşamı, hayatının ve işinin, yapayalnız geçireceği son sekiz senesinin başladığı zaman oldu. Ben de bu hayata, her ne kadar uygun olmadığımı söylemiş olsa da, bir an bile tereddüt etmeden dâhil oldum. /s. 53

     

     

    Bana, “Ama Céleste, bir şeyler okumalısın!” dedi. Hatta Üç Silahşor’u önerdiğini hatırlıyorum. Okumuş ve çok etkilenmiştim. Akşamları kitap hakkında birkaç kez konuştuk. Ben basitçe ve safça şöyle şeyler söylüyordum:

    “Efendim, bu Milady denen kadın, nasıl oluyor da her defasında bir yolunu bulup etrafındakileri kandırabiliyor?” /s. 65

     

    Bugün anlıyorum ki, M. Proust’un araştırmaları, eserleri için yaptığı fedakârlıkları, kendisini bulabilmek için zamanın ötesine geçmekti. Zaman kavramı kalmadığında, sessizlik çöktü. Bu kez sessizliğe ihtiyacı vardı, sadece duymak istediği sesleri duydu; kitaplarına yansıttığı sesleri. O zamanlar bunun üzerinde çok durmamıştım. Ancak bugün bile geceleri düşüncelere dalıp uyuyamadığım zamanlar, ben odasından çıktıktan sonraki hâlini çok net görüyorum. Yalnız başına, dışarıda gün ışığı olmasına rağmen kendine ait gecesinde, notları üstünde çalışırken… /s. 67

     

    “İşlerin başında hep aşk vardır. Sonra da hayat gailesi galip gelir, geriye sadece bir çeşit düzen kalır. Yine de her daim aşkı sürdürmeyi başaranlar da vardır, beraber kalabilmekten daha güçlü bir gereklilik olan birbirini anlamayı çözebilmiş insanlar. Bu insanlar, Céleste, ne olursa olsun çözülmez bir bağla birbirlerine bağlıdır, sakın unutmayın.” /s. 173

     

    “Babamı çok severdim. Ama annem apayrıydı. O öldüğü gün, küçük Marcel’i de yanında götürmüştü.” /s. 177

     

     

    “Ah, Céleste, zaten katlanamayacağımızı düşündüğümüz her acıyla ölsek ne olurdu, düşünsenize!” /s. 178

     

    “Çiçekler hayattaki insanlar için dostluğun ve aşkın sembolüdür, ölülerin umrunda olmaz. Mezarları çiçeklerle donatmak bir gelenek, anlıyorum ama siz de beni anlayın, Céleste; benim mezarlıklara bir bağlılığım olamaz. Kaybettiklerimi bu şekilde geri getirebileceğime inanmıyorum. Benim bağlılığım mezarlıklara değil anılara.” /s. 185

     

    Yaşarken ve ölümünden sonra bile onun arkadaşı olduğuna inanan kalabalıktan söz etmeye dahi gerek yok fakat onun isteği yalnızca, yazacağı karakterler için parçalar toparlamak, merakını gidermek veya bilgi almak olmuştu. /s. 275

     

     

    Tek söyleyebileceğim, bütün anahtarları kilide takmanın dahi, sır kutularının hepsini açmaya yetmediğiydi. Her bir karakter için, koskoca bir anahtarlık gerekiyordu. /s. 293

     

    Kendi kendine betimleme oyunları oluşturup eğlenmiyordu, bildiği ve tanıdığı bir dünya, koskoca bir kesim ve yaşayış biçimi, zaten gözlerinin önünde bambaşka bir dünyaya dönüşmüştü. Her şey gözlerinin önündeydi; eminim en başından beri neler olacağını zaten tahmin de ediyordu. İçinde bulunduğu o dünyanın nasıl düşüşe geçeceğini çok önceden biliyordu. İşte, tam olarak tasvir etmeye çalıştı şey de buydu; içinde insanlığın tüm esnekliğini, güzelliğini ve gülünç tarafını barındıran bir yazardı. Gerçekten de öngörülerinde muazzamdı. Evet, toplumdaki bu düşüşü tahmin edebilmişti ve kitabında da okurken bakılması gereken yer buydu. Nasıl göreceğini bilmeyen biri de, besbelli kitabı anlamamış olur. /s. 295

     

     

    “Her şey hafızada not edilir, Céleste, her şey. Eğer hafıza yoksa kıyaslama da olmaz ve kıyaslama olmadan bir düşünceyi tamamlamak olanaksızdır. Üstelik hiçbir zaman yeterli de olmaz; işte bu yüzden her daim gidip görmem, gözlemlemem gerekiyor.” /s. 306

     

    “Hayatın gerçekliği hafızadan ve gözlemden geçer; aksi hâlde hayat avuçlarımızdan akıp gider. Tüm gözlemlerimi ve hafızamı, karekterlerime aktarıyorum, böylece gerçek olabiliyorlar. Gerçek olmalarının yolu ‘tam’ olmalarından geçiyor. Bu yüzden onların kıyafetlerine kadar detaylara boğulup, gerçek hayatta birçok insandan hafızama aldığım hususları işliyorum.” / s. 307

     

    “Öldüğüm vakit, size söylediklerimi daha iyi anlayacaksınız; beni okuyacaklar, evet, tüm dünya beni okuyacak. Benim eserlerimin nasıl yayıldığını insanların gözlerinde ve akıllarında görebileceksiniz. Bunu çok iyi hatırlayın, Céleste; makalede yazdığı gibi Stendhal’in tanınması nasıl yüz sene aldıysa, Marcel Prost’un tanınması elli seneyi bile bulmayacak...” /s. 399

     

    MARCEL PROUST VE ESERLERİ HAKKINDA İLGİLİ DİĞER İÇERİKLERİM

     

    Kayıp Zamanın İzinde ve Sonrası: Hazlar ve Günler

    Marcel Proust'un Mektupları (1): Kalan Son Güzel Kâğıdım

    Marcel Proust'un Mektupları (2): Prenses'e Mektuplar

    Marcel Proust'u Okumak İçin 10 Sebep

     

     

    Kaynak

    Albaret, Céleste (2022). Monsieur Proust (Çev. Sibel Pekin). Opera Kitap

     

     

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.